13 Temmuz 2011 Çarşamba

Ece Başkesen'e Neden Özyeğin Diye Sorduk

Özyeğin Üniversitesi`ne kayıt yaptıran ilk öğrencilerden birisiyim. Üniversiteye girdiğim ilk günden, Erhan Erkut ve Hüsnü Özyeğin`in yaptığı ilk konuşmalardan, okulun ilk dersinden bu yana üniversitenin ilk mezunu olmak istiyorum. Böyle değerli bir fırsatın ve gururun çevremdeki arkadaşlarımın çok kolay ulaşabileceği başarı olmadığını biliyorum. Özyeğin Üniversitesi`nin çok genç bir kurum olması bizlere hayal ettiğimizden çok farklı hedefler sundu. Herhangi bir üniversiteye gitsem belki de başarılı bir şekilde mezun olabilmeyi bu denli büyük bir amaç haline dönüştürmez, çalışmalarım konusunda çok daha esnek davranabilirdim ama, burada çok daha farklı sorumluluklar almayı istedim. Şimdi üniversite lisans hayatımı 3.5 senede tamamlamak umuduyla yoluma devam ediyorum. 

2010 Güz Dönemini Almanya’nın Bir Numaralı İşletme Okulu EBS’de Geçirdim

2010 yılı güz dönemini Almanya`nın bir numaralı işletme okulu European Business School`da (EBS) geçirdim. Benim için muhteşem bir deneyimdi. Tam anlamıyla bir işletme okulu olan EBS`e gitmeden önce ÖzÜ ile çok büyük farkları olacağını düşünmüştüm. Çünkü EBS sadece İşletme Bölümü olan bir üniversite iken ÖzÜ otelcilik ve mühendislikler alanlarında da eğitim vermeye çoktan başlamıştı. Fakat EBS’te geçirdiğim 4 ay boyunca `keşke biz de üniversitemizde böyle yapsak` diye bir cümle dökülmedi ağzımdan. Erasmus deneyimimden sonra üniversitemin uluslararası standartlarda eğitim veren bir kuruluş olduğunu kendi kendime kanıtlamış oldum.

BUS 101 Dersinde Yeni Arkadaşlarımıza Biz Excel Öğretiyoruz

Benim ÖzÜ’de tek sorumluluğum kendi mezuniyetim değil. Geçirdiğim 3 yıl içerisinde `takım` olarak amaçlar edinmeyi, kararlılığı ve isteği paylaştım pek çok arkadaşımla. Sosyal sorumluluk projesine gönül verenler, okul tanıtım ekibi ve asistanlar. Bunların en başında gelen ve benim için en özel olan takım Business 101 (İşletmeye giriş dersi) asistan ekibidir. Business 101 dersinin hikayesini detaylı bir şekilde anlatmak istiyorum. Lisansa geçtiğimde en çok heyecan duyduğum ders Bus 101‘di, çünkü dersin Erhan Bey tarafından verildiğini işitmiş ve çoğu arkadaşım okullarında henüz rektörün yüzünü bile görememişken, benim bizzat kendisinden ders alacak olmam beni çok heyecanlandırmıştı. Birinci sınıfın sonunda BUS 101 için asistan seçmeleri vardı. Katıldım. Mülakattan 1-2 hafta sonra seçildiğim haberini alınca ayaklarım yerden kesildi. İlk anlarda çok küçük bir takımdık, sayımız dört, beş, altı... derken şimdi onüç kişi olduk.

Kocaman bir takımız ve Özyeğin`de deneyimlenebilecek en güzel dostlukları, yardımlaşmayı, en eğlenceli aktiviteleri ben Bus 101 takımı ile tattım. İnanmayacaksınız ama biz şimdi onlarla derslere giriyoruz, yeni gelen arkadaşlarımıza hep birlikte Excel`i öğretmede yardımcı oluyoruz. Ben bu muhteşem takımı ayakta tutan ruhlara; Ali Yağız Yemişçi, Kerimcan Uzun, Cem Arslan, Faruk Demircioğlu, Sercan Aydın, Gökhan Şahin, Özlem Gökdem, Hazal Alyağut, Can Egemen, Gülnaz Özdemir, Cem Ortaç, Özge Cesur ve Jason Lau`ya teşekkürlerimi sunarım. Özyeğin Üniversitesi hepimiz için inanılmaz bir deneyim

Emre Gökhan Şahin'e Neden Özyeğin Diye Sorduk


Hayat, herkese fırsatlar ve seçenekler sunar. O nedenle hepimizin “keşke”leri ve “iyi ki”leri vardır. Benim hayatımda şu ana kadar “iyi ki” dediğim en önemli olay; Özyeğin Üniversitesi’ni tercih etmem oldu. ÖzÜ’ye gelmek benim hayatımın dönüm noktası oldu, artık hayatımı ÖzÜ’den önce ve ÖzÜ’den sonra diye ikiye ayırıyorum. Neden mi?
Bundan tam üç sene önce, yani ÖzÜ’den önce, çok farklı bir ben vardı. Büyük düşünmekten korkan, daima az ile yetinen, büyüdükçe hayalleri küçülen bir ben… Doğduğu ve büyüdüğü şehri terk etmek istemeyen, yeniliklere ve farklılıklara mesafeli duran bir ben… Şimdi durup kendime baktığımda ise daha büyük bir dünyaya sahip olduğumu görüyorum. Hayata ve insanlara bakış açımın nasıl değiştiğini ve hoşgörümün nasıl arttığını, dünyayı yorumlama gücümün nasıl geliştiğini, önemli sorumluluklar almanın ne demek olduğunu çok daha iyi anlayabiliyorum. Bu kişisel gelişimimin arkasındaki en önemli etken ÖzÜ.
 
Zorlu bir hazırlık dönemini geride bıraktıktan sonra iyi bir İngilizceye sahip olmanın verdiği özgüven ile hayatımda ilk kez ve tek başıma yurtdışına, İngiltere’ye gittim. Yaz aylarımı iyi değerlendirmek ve İngilizcemi daha da ilerletmek için 4 haftalık yoğun dil kursuna katıldım. Bu kursta hazırlık eğitimimizin binlerce dolarlık yurtdışı eğitimlerinden çok daha iyi olduğunu fark ettim.
 
Birinci Sınıfı Bitirdikten Sonra Hollanda Credit Europe Bank’da Staj Yaptım
Ardından ikinci fırsatı stajda buldum. 1.sınıfı bitirdikten sonra üniversitem sayesinde Hollanda Credit Europe Bank’da 3 aylık bir staj yaptım. Muhasebe ve finans derslerini almamış bir öğrenci olarak bankada staj yapma konusunda çekincelerim olsa da kısa sürede bu korkumu yenebildim. Diğer üniversitelerde işlenenden oldukça farklı ve etkili olduğunu düşündüğüm Business 101 dersi sayesinde pek çok kavrama, teorik bilgiye aşina olduğumu fark ettim ve ÖzÜ’de okuyor olmanın nasıl bir ayrıcalık olduğunu nesnel olarak bir kez daha görmüş oldum. 
 
BUS 101 dersi demişken, üniversitemizin bizlere sağladığı asistanlık olanaklarından bahsetmemek olmaz. Bu dersin Excel uygulamalarının yapıldığı laboratuarını mezun olmamış öğrenciler veriyor. Stajdan döner dönmez ben de asistanlık başvurumu yaptım ve şu anda birbirinden başarılı 12 kişilik “Excel Ninja” takımının bir parçasıyım. Ödevleri biz hazırlıyoruz, laboratuarda Excel’i lisans öğrencilerine biz öğretiyoruz. Bu uygulama Türkiye’de alışılagelmişin dışında olmakla beraber; aynı zamanda bizlere olan güvenin, desteğin ve sorumluluk almayı nasıl öğrendiğimizin en somut örneği.
 
ÖzÜ Kendi Potansiyelimi Farketmemde En Büyük Rolü Oynadı
ÖzÜ’de bulunduğum sosyal aktivitelere gelince; pek çok kulübün kuruluşunda yer almanın mutluluğunu ve heyecanını yaşadım. Asla unutamayacaklarım ise sahne performansları sergilediğimiz dans ve tiyatro toplulukları. Yeni kurulan ve gelişen bu kulüplerde takım çalışmasının ve eğlenerek öğrenmenin büyük keyfi vardı. Ayrıca iki senedir Öğrenci Birliği’ndeyim. Bu sene başkan olarak görev yaptığımdan sorumluluklarım daha da arttı. Asla bu durumdan şikâyetçi değilim; dolu dolu geçen bir üniversite yaşamıyla iş hayatına daha iyi başlayacağımızı ve kolay ısınacağımızı biliyorum.
Kısacası ÖzÜ; kendi potansiyelimi farketmemde en büyük rolü oynadı. Küçük dünyamdan çıkıp, uluslararası bir duruş kazanmamda etkili oldu. Sunmuş olduğu fırsatlarla büyük sorumluluklar verdi ve her aşamasında desteğini sürdürdü. O nedenle iyi ki buradayım diyorum çünkü gelecekten, belirsizlikten artık korkmuyorum!

Efe Kethüda'ya Neden Özyeğin Diye Sorduk

Üniversitede ne okumak istediğime uzun zaman önce karar vermiştim. Hangi üniversitede okuyacağımın kararını vermeden önce ise birçok üniversiteyi gezdim, araştırdım. Üniversitemin tanıtım gününe katıldığımda nerede olmak istediğime de tam olarak karar vermiştim.

Özyeğin’deki ilk yılım oldukça zor geçti. Üniversitemin birincil önceliği akademik başarıydı ve ilk yılımda buna ulaşabilmek için çok çalıştım. Aynı yıl Özyeğin Üniversitesi’nin ilk Öğrenci Birliği’nde görev aldım. Bu görevim, öğrenci kulüplerinde edindiğim deneyimler ve daha önceki iş tecrübelerim sayesinde 2010 yılında, adını daha sonra “Staff Event” olarak değiştirdiğim “Staff Organization” adlı organizasyon şirketini kurdum.

2011 yılı içinde ikinci şirketimi kuracağım
Şirket kurunca her şeyin günlük gülistanlık geçmeyeceğini tabii ki biliyorum ve bu yüzden düzenli olarak kendimi geliştirmeye, eksiklerimi kapatmaya çalışıyorum. Derslerde öğrendiklerimi gerçek hayatta uygulayarak öğrenme modeli eşsiz bir deneyim oldu ve olmaya da devam ediyor. Şimdi, 2011 yılı içerisinde ikinci şirketimi kurmayı planlıyorum. Bu hazırlıkları yaparken okulumun çeşitli birimlerinin ve akademisyenlerinin büyük desteklerini görüyorum. Hocalarım iş planımı hazırlayıp karşılarına gittiğimde beni çok iyi yönlendirdiler. Kendi alanlarında uzman kişilerin yönlendirmeleri sayesinde hep doğru atılımları yapmaya gayret gösteriyorum. Bu kadar değerli insanlarla bir fikri paylaşmak ve tartışmak bile inanılmaz bir duygu! Okulumun desteğini yanımda hissedince tabii ki çalışmalarım hızlandı ve şimdi iki şirket olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum.

Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’nda staj yapma imkanı buldum
Sektörel Çözümler programının Direktörü Prof. Esra Gençtürk bana her ne kadar kendi şirketimi kurmuş olsam da bir şirkette staj yapmamın ve akademik olarak kendimi geliştirmemin bana çok şey kazandıracağını söylemişti. İşletme programı öğretim üyelerimizden Dr. Emrah Şener’in kendi hayat hikayesinden yola çıkarak finans dünyasını anlattığı o ilham verici seminerden çıktığımda ise finans alanında uzmanlaşmak ve kendimi geliştirmek istediğimi anlamıştım. Böylece yaz stajımı Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’nda (VOB) yapmaya karar verdim.
Üniversitemin de desteği ile VOB’da finans eğitimi alıp bir de staj yapma imkânı buldum. Stajım esnasında, vadeli işlemler, portföy yönetimi ve yeni sözleşmeler üzerine çalıştım. Kendimi finans alanında geliştirirken aynı zamanda kurumsal bir şirket nasıl çalışır, yönetici ve çalışanların başarıdaki rolleri nelerdir gibi konularda da gözlem yapma şansı buldum. Bu stajın benim için gerçek bir iş tecrübesi ve yeni bir yaşamın başlangıcı olduğunu düşünüyorum.
Ben girişimci bir öğrenci olarak hem kendimi akademik olarak geliştiriyor ve üniversitemin sunduğu staj imkânlarından yararlanıyor, hem de kendi şirketimi geliştirerek keyifli maceralara atılıyorum. İş planım, bütçe çalışmalarım, anlaşmalarım ve projelerim ile geleceğimi çok daha net görebiliyorum artık. Burada edindiğim altyapıyla hedeflediğim yerlere geleceğime inanıyorum. İşte bu sebeple Özyeğin Üniversitesi’ni “hayatımın girişimi” olarak tanımlıyorum! 

Berrak Biriz'e Neden Özyeğin Diye Sorduk

Özyeğin Üniversitesi’ne gelmeyi başından beri çok istiyordum ama birkaç puan yüzünden Yeditepe’ye yerleştirildim. Ama yatay geçişle Özyeğin’e gelmeyi kafama koydum. O kadar hırslanmıştım ki ilk senenin sonunda bölüm birincisi olarak Özyeğin’e geçiş yaptım! Aslında yeni bir üniversite olduğu için belki bir risk alıyordum ama hem Hüsnü Özyeğin’e duyduğum güven, hem de burada iyi bir İşletme eğitimi alacağıma duyduğum inanç beni buraya getirdi. Amacım yeme-içme sektörüne yoğunlaşarak İşletme programını başarıyla bitirmek.

Özyeğin Üniversitesi girişimci yönlerimizi geliştirmemiz için sayısız fırsat sunuyor önümüze. Bu fırsatlardan biri de geçtiğimiz sene Türkiye’de ilk kez Özyeğin Üniversitesi ve Microsoft Türkiye işbirliğiyle düzenlenen Startup Weekend’di (SW). SW’de iş fikri olan gençler iki gün boyunca gruplar halinde çalışarak fikirlerini geliştiriyor ve ikinci günün sonunda başarılı genç girişimcilerden oluşan bir jüriye sunuyorlar. Aslında başta oldukça tedirgindim, yarışmanın Microsoft’ta yapılıyor olması gözümü korkutmuştu. Ayrıca diğer fikirler genellikle internet projeleriydi, dolayısıyla fikrimin ön elemeyi geçeceğine bile ihtimal vermiyordum.

SW’e “Leziz Eller” adlı fikrimle başvurdum. Bir sosyal sorumluluk yönü de olan fikrim maddi yetersizlik içinde olan kadınlara bir destek sağlamayı amaçlıyor. Fikrim basitçe şöyle: Yemek yapmaya fırsat bulamayan kariyer sahibi kadınlar Leziz Eller internet sitesinden ev yemekleri sipariş edecekler, böylece hem bu kadınlar ve aileleri sağlıksız hazır yemekten kurtulacaklar hem de yemekleri pişiren kadınlar kazanç elde edecekler. Bu, SW’de sunulanlar arasında en popüler fikir seçildi ve bu projeyi geliştirmek için benimle çalışmaya aday pek çok arkadaş çıktı. İki gün, iki gece Microsoft’ta kaldık, yerlerde uyuduk, kahvelerle ayakta durmaya çalıştık.

SW benim için bulunmaz bir deneyim oldu. Hayatımda ilk kez karşılaştığım, birbirinden çok farklı kişilerle aynı grupta çalıştım. Bütün ekip bu fikre kendi fikirleriymiş gibi sahip çıktılar. Mesela ekipten biri hala beni arıyor ve fikrimizi nasıl geliştirebileceğimizle ilgili görüşlerini paylaşıyor. Çok yorulduk, ama çok da eğlendik. SW sonrasında fikrimle ilgilenip benimle bağlantıya geçenler oldu. Yatırım yapmayı düşünenler, bana akıl vermek isteyenler...

SW’den sonra “Leziz Eller” fikrimle bir sınava daha girdim: Dragon’s Den Türkiye!

Dragon’s Den’in İngiltere versiyonunu beğenerek izliyordum. Türkiye’de de başlayacağını duyunca hemen internetten başvuru formunu gönderdim. Fikrim ön elemeden geçince yapım şirketine davet edildim. Ardından da Dragon’s Den’in ilk programının yarışmacılarından biri oldum.  Program çekiminin olduğu gün ise çok stresliydi! Stüdyoya gittim, ilk program olduğu için Türkiye’deki Dragon’ların nasıl kişiler olduğunu bilmiyorduk, neyle karşılaşacağımız tamamen sürprizdi.

Çekim yapılana kadar saatlerce diğer yarışmacılarla birlikte bir odada bekledik. Odadaki en genç girişimci bendim! Herkes birbirine fikrini anlatıyor, herkes birbirine akıl veriyor... Yarışmacılardan biri Dragon’lardan 30.000 TL isteyecekti, “bakın beyefendi, ben işletme öğrencisiyim, sakın 30.000 TL istemeyin, bu fikirle 150.000 TL yatırım alabilirsiniz” diye onu ikna etmeye çalıştım. Ve o yarışmacı 150.000 TL’yi aldı!

Sonra sıra bana geldi. Projemde en çok lojistikle ilgili sorunlara takıldılar. Dragon’lar yarışmacıları çok sıkıştırıyorlar, fazla fırsat tanımıyorlar diye düşünüyorum. Ancak özellikle Big Chefs’in sahibi Gamze Cizreli’nin söyledikleri benim için çok zihin açıcı oldu. Sonuçta, Dragon’s Den’den yatırım alamadan ayrıldım.

Şimdi bir süreliğine bu fikrimi dondurdum. İlkbahar’da bir dönemliğine Erasmus kapsamında Almanya’da olacağım. Dönüşümde “Leziz Eller” fikrimi hayata geçirmek için çalışmaya devam edeceğim!

İlk sınıfta aldığımız “Business” dersinde de av yemekleri konulu iş planımı sunmuştum. Bu derste yaptığım sunumlar sayesinde Startup Weekend’de ve Dragon’s Den’de kendimden emin bir duruş sergileyebildim.

Hayalleri büyük tutmak lazım. Aslında herkesin fikri var ama çok az insan bu fikirleri gerçeğe dönüştürmek için adım atıyor. Özyeğin’de de işte bu adımı atmak isteyenleri destekleyen bir ortam var. Özyeğin bize çok fırsat tanıyor ama bu fırsatı önümüze sermiyor, “benim fırsatlarım var. Gel, sen yakala!” diyor. İşte burayı o yüzden seviyorum.

M.Faruk Demircioğlu'na Neden Özyeğin Diye Sorduk

Özyeğin Üniversitesi’ne kabul edildiğimde kendi kendime “İngilizce’yi bir senede nasıl öğreneceğim?”  diye sordum. Lisede hiç İngilizce görmemiştim; oysa şimdi, öğretim dili İngilizce olan bir üniversitenin eşiğinde duruyor ve akademik çalışmalarımı yürütebilecek kadar İngilizce’yi nasıl öğreneceğimi merak ediyordum.

Üniversite hayatım, temel düzey İngilizce öğrencisi olarak sıcak bir eylül günü, basit bir soru ile başladı: “What is your name? (Adın ne?)”. “My name is Faruk.” (Adım Faruk) diye yanıt verdim. İşte o günden itibaren öğrenmesi imkansızmış gibi görünen bu dili öğrenmek için İngilizce konuşulan bir ülkeye gönderilmişim gibi hissetmeye başladım.

Çok geçmeden “What’s your name?” safhasından dilin çok daha karmaşık özelliklerine geçtik. Amerikalı öğretmenlerimden biriyle Amerikan seçimlerini tartıştığım, İngilizce öğretmenim Amy’ye kahve falı baktırdığım ya da diğer Amerikalı öğretmenlerimle saatlerce sohbet ettiğim anları daha dün gibi hatırlıyorum.  Bunların hepsi  İngilizce pratiği yapabilmek için karşıma çıkan müthiş fırsatlardı  ve ben bu fırsatların hiçbirini kaçırmadım.  Böylece, yaz dönemi de dahil olmak üzere bir sene içinde, hazırlık sınıfının temel düzeyinden İşletme lisans programının birinci sınıfına geçmeyi başardım. Ama birinci sınıfın ilk gününde, aslında İngilizce serüvenimin henüz çok başında olduğumu anladım.

İlk dönemim, 6-7 farklı öğretim üyesi ve her birinden A almaya çalıştığım bir sürü ders ile başladı. Türk Dili ve Edebiyatı ile Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi haricindeki bütün derslerimin İngilizce olacağına inanmakta hâlâ güçlük çekiyordum. Ne zaman ki kendi gözlerimle görüp kulaklarımla işittim, Özyeğin Üniversitesi’nin Tanıtım Günleri’nde ve basılı tanıtım materyallerinde verdiği bütün taahhütlerin gerçek olduğuna inanmaya başladım. Ekonomi, tarih ve işletme gibi derslerin tamamını İngilizce dinliyor, ödevlerimi İngilizce  yapıyordum. Bazı arkadaşlarım “Merak etme, birkaç hafta sonra hocalar sıkılıp Türkçe konuşmaya başlar” diyordu. Ama henüz böyle bir şey olmadı, zaten olmasını da istemiyorum.

Bu kadar iyi bir İngilizce eğitimi alabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Aslına bakarsanız, ÖzÜ’den ayrıldığımızda, hayatının her alanında İngilizce’yi etkin olarak kullanabilen başarılı mezunlar olacağımızdan eminim. ÖzÜ bize bu sözü verdi ve ben bu sözün tutulduğuna yaşayarak tanık oluyorum.

Gökçe Gökbalkan'a Neden Özyeğin Diye Sorduk

ÖzÜ’ye ilk kaydolan öğrencilerden biriyim. “Küçük ortak” unvanına layık görüldüğüm için, bu kurumu gerçek bir üniversiteye dönüştürme görevi sanki bana verilmiş gibi hissediyorum. 

Öğrenci uyum programının ilk gününde rektörümüz Prof. Dr. Erhan Erkut, ÖzÜ’de yalnızca birer öğrenci değil, aynı zamanda “küçük ortak” olduğumuzu, üniversitenin büyümesine ve gelişmesine doğrudan katkıda bulunacağımızı söylemişti. Biz bu unvanı hiç hafife almadık.

Küçük ortaklar olarak ilk görevimiz; öğrenci birliği ve öğrenci kulüpleriyle üniversitemizde öğrenci yaşamının temellerini atmak oldu. Şu anda 12 öğrenci kulübümüz var. Bunlar arasından benim en sevdiğim kulüpler; tiyatro, sosyal sorumluluk ve dans kulübü. Son derece aktif olan bu üç kulüp, henüz küçük bir üniversite olmamıza karşın sürekli yeni etkinlikler ve programlar düzenliyor. 

Geçen sene yer aldığım en güzel etkinliklerden biri de sosyal sorumluluk kulübü ile işbirliği içinde gerçekleştirilen “Yaz Atölyesi”ydi. Bu etkinliğin amacı, lise öğrencilerine üniversite hayatını tanıtmak ve onları üniversitede eğitim almaya teşvik etmekti. 10 günlük program süresince, fotoğraf çekmekten, eğitim vermeye, hatta bulaşık yıkamaya kadar türlü işle meşgul olduk. Konuk konuşmacıların küçük konuşmalar yaptığı etkinliğimizde, kurucumuz Hüsnü Özyeğin de bizi yalnız bırakmadı.

Yaz Atölyesi benim için gerçekten hoş bir deneyim oldu. İşe yarar bir şeyler yapmış olmanın hazzını tattım ve henüz 18 yaşında bir öğrenci olmama rağmen, kendimin de ihtiyacı olanlara yardım edebileceğini gördüm. Atölyenin son gününde birbirimize veda ederken, öğrencilerin gözlerindeki gözyaşlarını görünce, bütün çabalarıma ve yorgun argın geçen bütün gecelerime değdiğini düşündüm.

Yaz süresince, aday öğrenciler için Tanıtım Günleri de düzenledik ve ben bu etkinlik kapsamında görev yapan 20 gönüllüden biri oldum. Üç hafta süresince öğrencilerle sohbet ettim, onların Özü’nün akademik kalitesi ve üniversite hayatına yönelik sorduğu sorulara yanıt verdim. Burası benim üniversitemdi ve bana üniversitemin hikayesini anlatma fırsatı verilmişti. Etkinliğin sonunda Dr. Erkut ve Mühendislik Dekanımız Reha Civanlar ile Boğaz’da yemeğe gittik. Birbirinden güzel aperatifler, balık seçenekleri ve bol bol kahkaha eşliğinde unutulmaz bir gece yaşadık. Diğer üniversitelerde okuyan arkadaşlarıma bunları anlattığımda, onlar kendi rektörlerini henüz bir kez bile görmediklerini söylüyorlar.

İşte ÖzÜ öğrencisi ve küçük ortak olmak bu demek. Siz de bu görevi üstlenmeye hazır mısınız?

Mert Mercankaya'ya Neden Özyeğin Diye Sorduk

“Birinci sınıf öğrencileri, üst düzey akademik araştırmalara, hele de nanoteknoloji ve nanomekanik gibi konularda yürütülen çalışmalara katılabilir mi? Hiç sanmazdım, ama işte henüz Elektrik-Elektronik Mühendisliği birinci sınıf öğrencisi olmama karşın, Makine Mühendisliği Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak görev yapan Dr. Erdal Bulgan’ın araştırma asistanı olarak çalışıyorum.

Her şey akademik yılın başlamasından 2 ay sonra öğrencilere gönderilen bir e-posta ile başladı. Bir öğretim üyesi, nanoteknoloji alanında görev yapacak araştırma asistanları arıyordu. Teknolojik gelişmeler benim için hep bir merak konusu olmuştu ve nanoteknoloji de son derece ilgi çekici bir alandı. Hatta mezun olduktan sonra, en yeni teknolojileri araştırıp geliştirecek bir firma kurmayı hedefliyordum. Bunun ilk deneyim için bulunmaz bir fırsat olduğuna karar vererek başvuru yaptım.

Başvuru yapanlar arasından üç kişi seçildi ve bize bunun kısa süreli bir proje olmadığı, ÖzÜ’de eğitim gördüğümüz sürece devam edecek ve üzerinde yoğun bir şekilde çalışmamızı gerektirecek uzun süreli bir çalışma olduğu söylendi. Dr. Bulgan, şu anda 100 nanometrelik (1 nanometre, metrenin milyarda biridir) mesafeleri ölçebilen yer değişimi sensörlerinin geliştirilmesine yönelik bir araştırma yürütüyor. Avrupa Komisyonu tarafından verilen  Marie Curie Yeniden Entegrasyon Ödülü’nü kullanarak, ÖzÜ’de Nanomekanik Sistemler Araştırma Laboratuvarı’nı (NASREL) kuran Dr. Bulgan, burada silikon nanofotonik, optik mikro-elektromekanik sistemler (MEMS) ve programlanabilir katı serbest-şekillenebilir yüzeyler gibi araştırma konuları üzerinde çalışıyor.

Araştırma asistanları olarak ise bizim ilk görevimiz, literatür taraması yaparak nanoteknoloji, optik ve nanofotonik gibi akademik alanlara ilişkin bilgi edinmek oldu. Dr. Bulgan’ın titiz ve sabırlı yönetiminde, “programlanabilir katı yüzeyler” ve “silikon nanotel dalgakılavuzu cihazları” gibi konularda yazılmış makaleleri okuyup inceliyoruz; ardından da ekipçe yaptığımız haftalık toplantılarda bulgularımızı 10-15 dakikalık sunumlar halinde raporluyoruz. Bu süreç sayesinde, akademik araştırmanın temellerini ve nasıl yürütüldüğünü öğreniyoruz.

Sırada bilgisayar tabanlı kuramsal aşama olan cihaz simülasyonu var. Simülasyonu ise, sensörlerin tasarımı, üretilmesi ve test edilmesi izleyecek. Bu işlemlerin birçoğu Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek. Bu aşamada araştırma asistanları olarak biz de imalat ve test süreçleri hakkında fikir edinip bu cihazları kullanmayı öğrenebilmek için yazı ODTÜ’de geçireceğiz.

Bazı günler, kendimi çocukken hayalini kurduğum şeyler hakkında, katıldığım toplantılarda konuşurken buluyorum ve bu duruma inanamıyorum.  İşte ÖzÜ’de eğitim böyle bir şey: Uygulamalı, katılımcı, etkileşimli. Ve tek yaptığım bir e-postaya yanıt vermekti!